• RSS
  • Delicious
  • Facebook
  • Twitter

Popular Posts

Hello world!
Righteous Kill
Quisque sed felis

Righteous Kill

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Quisque sed felis. Aliquam sit amet felis. Mauris semper, velit semper laoreet dictum, quam diam dictum urna, nec placerat elit nisl in ...

Quisque sed felis

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Quisque sed felis. Aliquam sit amet felis. Mauris semper, velit semper laoreet dictum, quam diam dictum urna, nec placerat elit nisl in ...

Etiam augue pede, molestie eget.

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Quisque sed felis. Aliquam sit amet felis. Mauris semper, velit semper laoreet dictum, quam diam dictum urna, nec placerat elit nisl in ...

Hellgate is back

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Quisque sed felis. Aliquam sit amet felis. Mauris semper, velit semper laoreet dictum, quam diam dictum urna, nec placerat elit ...

Post with links

This is the web2feel wordpress theme demo site. You have come here from our home page. Explore the Theme preview and inorder to RETURN to the web2feel home page CLICK ...

Archive for Nisan 2010

Makedonya Eğitim Bakanlığı tarafından çocuklara dinin gerekliliğini göstermek için çekilmiş bir videodur.Gerçekten alıntı olduğu söylenmektedir.Boşuna dememişler insan 7'sinde ne ise 70'inde de odur diye.

Peki bu Albert Einstein tam olarak kimdir?

Einstein, 1879 yılında Güney Almanya’nın Ulm kentinde dünyaya geldi. Babası küçük bir elektrokimya fabrikasının sahibi, annesi ise, klasik müziğe meraklı, eğitimli bir ev hanımıydı. Konuşmaya geç başlaması ve içine kapanık bir çocuk olması, ailesini tedirginliğe düşürmüşse de, sonraki yıllarda bu korkularının gereksizliği anlaşılacaktı. Giderek meraklı, hayal gücü zengin bir çocuk olarak büyüyordu. Çocukluğunu Münih’de geçirdi ve ilk öğrenimini burada yaptı. Okulu hiçbir zaman sevemedi. Gerçekten de, genç Einstein’ın ileride ortaya çıkacak dehasının temelleri, kendisinin de sonradan belirttiği gibi, okulda değil başka yerlerde atılmıştı.

Lise öğrenimini 1894′te İsviçre’de tamamladı ve 1896′da Zürih Politeknik Enstitüsü’ne (ETH) girdi. Sonradan İsviçre vatandaşı olup, Sırp asıllı bir kız öğrenci ile evlendi. Sonra Bern’de federal patent dairesinde görev aldı. Bu görevden arta kalan zamanlarda çağdaş fizikte ortaya atılmaya başlanan problemler üzerinde düşünmek fırsatını buldu. Önce atomun yapısı ve Max Planck’ın kuantum teorisi ile ilgilendi. Brown hareketine ihtimaller hesabını uygulayarak bunun teorisini kurdu ve Avogadro sayısının değerini hesaplayarak teorisini test etti. Kuantum teorisinin önemini ilk anlayan fizikçilerden birisi oldu ve bunu ışıma enerjisine uyguladı. Bu da onun, ışık tanecikleri veya fotonlar hipotezini kurmasını sağladı. Bu yoldan fotoelektrik olayını açıklayabildi. Bu çalışmalarını açıklayan ve 1905 yılında “Annalen der Physik” dergisinde yayımlanan iki yazısından başka, üçüncü bir yazısı daha çıktı ve bu yazıda görelilik teorisinin temelini attı. Teorileri sert tartışmalara yol açtı. 1909′da Zürih Üniversitesi’nde öğretim görevlisi oldu. Prag’da bir yıl kaldıktan sonra, Zürih Politeknik Enstitüsü’nde profesör oldu. 1913′de Berlin Kaiser-Wilhelm Enstitüsünde ders verdi ve Prusya Bilimler akademisine üye seçildi. İsviçre vatandaşı olarak 1. Dünya Savaşı’nda tarafsız kaldı.

Einstein, 20. yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi olarak nitelenebilir. Görelilik kuramını geliştirmiş, kuantum mekaniği, istatistiksel mekanik ve kozmoloji dallarına önemli katkılar sağlamıştır. Kuramsal fiziğine katkılarından ve fotoelektrik etki olayına getirdiği açıklamadan dolayı 1921 Nobel Fizik Ödülü’ne layık görülmüştür. (Nobel Ödülü’nün ve Nobel Komitesi’nin o zamanki ilkeleri doğrultusunda, bugün en önemli katkısı olarak nitelendirilen görecelik kuramı fazla kuramsal bulunmuş ve ödülde açıkça söz konusu edilmemiştir.)

Yabancı ülkelere bir çok gezi yapmakla birlikte 1933′e kadar Berlin’de yaşadı. Almanya’da yönetime gelen Nasyonal Sosyalist (Nazi) rejimin ırkçı tutumu dolayısıyla, pek çok Musevi asıllı bilim adamı gibi o da Almanya’dan ayrıldı. Paris’te College de France’ta ders verdi; burdan Belçika‘ya oradan da İngiltere‘ye geçti. Son olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek Princeton Üniversitesi kampüsünde etkinlik gösteren Institute for Advanced Study’de (İleri Araştırma Enstitüsü) profesör oldu. 1940 yılında Amerikan yurttaşlığına geçen Einstein, 1955′de Princeton’da yaşamını yitirdi. Üvey kızı Margot Einstein, bilim adamının kişisel mektuplarını özenle herkesten saklamış ve kendisinin ölümünden 20 yıl sonra daha saklı kalmasını vasiyet etmisti. Günümüzde Princeton Üniversitesi tarafından basılan bu mektuplar bilim adamının gizli kalmış özel yaşamı hakkında ilginç bilgiler sundu.

Fizik alanındaki çalışmaları modern bilimi büyük ölçüde etkiledi. Kendisi özellikle zaman ve uzay için düzenlenmiş bağlılık(izafiyet) teorisiyle tanındı. Bu teori üç bölüme ayrılmaktaydı: Newton mekaniğinin yasalarını değiştiren ve kütle ile enerjinin eşdeğerli olduğunu öne süren sınırlı bağlılık(1905), eğrisel ve sonlu olarak düşünülen dört boyutlu bir evrene ait çekim teorisini veren genel bağlılık(1916) ve elektro-manyetizma ile yerçekimini aynı alanda birleştiren kapsamlı denemeler. İlk iki teorinin geçerliliği atom fiziği ve astronomi alanında yapılan deneylerle çok başarılı bir biçimde sınanmıştır ve çağdaş fiziğin temel taşları arasında yer alırlar.

Einstein’ın söylediği önemli bir söz vardır: “Ben atomu iyi birşey için keşfettim, insanlar atomla birbirlerini öldürüyorlar”. Bilim alanında insanlığa armağan ettikleriyle, dünyanın en büyük bilim adamlarından birisi olarak hala gururla anılmaktadır.

Active ve passive yapının Türkçe’deki karşılığı, etken ve edilgen yapıdır. Active yani etken cümlenin öznesi, cümledeki eylemi gerçekleştirendir.

Örnek:
Ahmet waited the bus. (Ahmet otobüsü bekledi.)

Bu cümlenin öznesi olan Ahmet, otobüsü bekleyen kişidir. Aynı cümlenin passive yani edilgen biçimi şöyle olacaktır:

The bus was waited by Ahmet. (Otobüs, Ahmet tarafından beklendi.)

Cümlelerin zamanına göre, active – passive yapısı şu şekilde olacaktır:

Simple Present:
Ahmet waits the bus. – Active
The bus is waited by the Ahmet – Passive

Present Continuous:
Ahmet is waiting the bus. – Active
The bus is being waited by Ahmet. – Passive

Future:
Ahmet will wait the bus. – Active
The bus will be waited by Ahmet. – Passive

Be going to:
Ahmet is going to wait the bus. – Active
The bus is going to be waited by Ahmet. – Passive

Simple Past:
Ahmet waited the bus. – Active
The bus was waited by Ahmet. – Passive

Simple Past Continuous:
Ahmet was waiting the bus. – Active
The bus was being waited by Ahmet. – Passive

Present Perfect:
Ahmet has waited the bus. – Active
The bus has been waited by Ahmet. – Passive

Past Perfect:
Ahmet had waited the bus. – Active
The bus had been waited by Ahmet. – Passive

Future Perfect:
Ahmet will have waited the bus. – Active
The bus will have been waited by Ahmet. – Passive


Ülkemizde de ilgiyle izlenen Alacakarankık serisinin yeni 3. filmi olan Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma - The Twilight Saga: Eclipse resmi web sitesinde ilk fragmanı yayımlandı. Fragmanı aşağıdan izleyebilirsiniz.

Filmin Konusu:
Seattle bir dizi esrarengiz cinayet tarafından harap edildiğinden ve kötü niyetli bir vampir öc almak için onu araştırmaya devam ettiğinden Bella kendini tehlikeyle çevrili bulur.Hepsinin ortasında aşık olduğu Edward ve Jacob'ın arkadaşlığı arasında seçim yapmakla yüzyüze kalmıştır ki bu karar vampir ve kurtadam arasındaki eskimeyen mücadeleyi tutuşturmak için olasıdır.Mezuniyeti hızla yaklaşırken Bella birden fazla karara sahiptir: yaşam ya da ölüm. Fakat hangisi?


70 milyon sterlin tutarındaki borcunu ödeme sıkıntısına girince yönetim takımı kayyuma devretmek zorunda kaldı

İngiltere Premier Ligi’nin son sırasında bulunan 112 yıllık geçmişe sahip Portsmouth, 70 milyon sterlin tutarındaki borcunu ödeme sıkıntısına girince Premier Lig’de yönetimi kayyuma devredilen ilk futbol kulübü oldu.İngiliz futbol kulübü Portsmouth’un ilginç bir hikayesi var

İddiaya göre Osmanlı Sultanı 2.Abdülhamit, 1890’larda İstanbul’da kurulan ve Ermeni ve Rum gençlerden oluşan “Spor Fitbol Takımı” adlı İngiliz futbol ekibine karşılık İngiltere’de bir kulüp kurulmasını emreder.

Özellikle İstanbul’da operasyonel ve bilgi kaynaklı istihbari çalışmalar yaparak İmparatorluğa büyük zarar veren İngilizlere misilleme olarak kurulmasını istediği takımın arması ile dahi yakından ilgilenir Sultan. İsmine Gök Ordu denilsin diye emreder ve armasında hilal ve 8 köşeli yıldız olmasını söyler.

Bundan sonra ne olduğu ise büyük bir sır . Daha sonra nasıl gelişmeler yaşandı, Padişahın emri yerine getirildi mi, kurulan takımın ismi ne oldu bilinmez ama; Premier lig ekiplerinden Portsmouth’un arması oldukça dikkat çekici. Özellikle hilal ve yıldızlı armanın padişahın tarifine birebir uyduğu bir gerçek. Ancak kulubün kuruluşu ile ilgili böyle bir bilgi yok.

Bundan sonrası Tarihçilerin araştırmalarıyla ortaya çıkacak.

Birol Güven, geçen yıl hayata geçirmeyi planladığı ancak ekonomik kriz nedeniyle ertelediği dizinin yeni bölümleri için çalışmalarına hız verdi.

Güven, 2001 yılında başladığı ve 3 yılda toplam 95 bölüm çekilen dizinin eski ekibini bir araya getirmeyi planlıyor.
"Çocuklar Duymasın"ın ünlü çifti Haluk ve Meltem'i yeni bölümlerde yine Pınar Altuğ ile Tamer Karadağlı canlandıracak. İki ünlü oyuncuyla görüşmeler sürüyor.

Dizinin light Selami'sini canlandıran Özgür Ozan ise Kanal D'nin "Arka Sokaklar" dizisinde oynadığı için şimdilik dizide olmayacak. Ancak Selami'nin rolü hikâyede açık tutulacak.
"Çocuklar Duymasın"da Haluk ile Meltem'in Havuç lakaplı oğulları Emre'yi yine Furkan Kızılay canlandıracak, kızları Duygu'yu oynayan Ayşecan Tatari ise Amerika'da okuduğu için yerine başka bir oyuncu bulunacak.
FOX'ta yayınlanması planlanan dizinin eski bölümleri toplam 3 bin 400 kez yayınlarak dizi tarihine geçmişti.


THY Barcelona ile yaptığı sponsorluk anlaşmasını tanıtmak için bir reklam filmi çekti.Müziği Sertap Erener, bestesi ise Nil Karaibrahimgil tarafından yapılan reklam filminin çekimleri 6 gün sürdü. Çekimler, Barcelona ve İstanbulda gerçekleştirildi. Yerli ve yabancı 286 kişinin görev aldığı reklam filmi, dünya genelinde 15 Nisan itibariyle 70 ülkede gösterilecek.İşte o reklam filmi:


Lig radyo ve Total Futbol ile tanınan Ali Ece ile futbol , football manager ve hayatı üzerine konuştuk.
Ali Ece kimdir ?FourFourTwo yani namı diğer 4-4-2 dergisi yazarı, yazı işleri müdürü, Lig Radyo yorumcusu programcısı, İlker Duralı, Fırat İşbecer ve Mehmet Ayan’ın yancısı, Skytürk yorumcusu…Dinar Bandosu gitarcısı, ortak söz yazarı bestecisi
Spor yazarlığı ve radyo yorumculuğuna ne zaman ve nasıl başladınız ?
Kendi çapımda spor yazarlığına 16 yaşındayken 1994 yazında başladım. Türkiye’nin katılamadığı 94 Dünya Kupası’nda İrlanda Cumhuriyeti’ni tutuyordum. Önce sadece İrlanda’nın maçları ile ilgili günlükler tuttum ama sonra yazdıkça kendimi çok mutlu hissettiğimi fark ettim ve bütün takımlarla ilgili taktik, teknik, siyasi, kültürel yazılar yazmaya başladım. Sanırım yazı yazmaktan duyduğum mutluluk küçükken uzun süre ağır kekeme olmamdan kaynaklanıyor. Kekemeliğim geçer geçmez de normal olarak çok konuşup yılların acısını çıkarmaya başladım. İlk yorumculuk deneyimim de 1994 Eylül’ünde başladım, lisede (Saint Joseph o zaman erkek lisesiydi) saatlerce dünya futbolu, Liverpool, Cantona ve tabii ki bizim takımlarımız üzerine konuşurduk. Saint Joseph erkek lisesiyken futbol çok önemliydi, tarihi bir baklava turnuvası vardır, birinci olan sınıf 15, ikinci 10, üçüncü sırada bitiren de 5 kilo baklava kazanırdı. Ben  Adalı futbolcular gibi bizim Türk futbolculara nazaran biraz fazla sert oynadığım ve oyundan atıldığım için birkaç yıl beni oynatmadılar, ben de diğer oynamasalar da futbolu çok seven arkadaşlarımla beraber okul hoparlörlerinden maç yorumları yaptım turnuva oynanırken! Yani ta o zamandan Türkiye’de herkesin kendi çapında yorumcu olduğunu anladım! Hatta 1990 Dünya Kupası elemelerinde Türkiye ilk kez Tınaz Tırpan yönetiminde üst üste galibiyetler alıp finallerde iddialı hale geldiğinde kendi çapımızda finaller için şarkı bile yazmaya kalkışmıştık! Daha sonra bir başka Dünya Kupası’ndan, 2002′den önce Yapı Kredi Yayınları’nda Enis Batur ve Barış Tut beni sadece edebiyat değil, ciddi ciddi futbol yazmaya yönlendirdiler. Her şey Barış Tut sayesinde başladı. Şu anda FourFourTwo dergisinde onunla beraber yazıyor olmamız çok güzel benim için. Futbol her şeyden önce arkadaşlıktır, kankalıktır, yoldaşlıktır. Neyse, çenem daha da fazla düşmeden devam edeyim: 2002 Dünya Kupası için “Top Bir Dünyadır” adlı bir sergi düzenlemiştik, ben de o 3 ay boyunca Taksim’de İstiklal Caddesi’nde boy gösteren yabancı futbolcuların üzerlerindeki yazılarını yazdım. Daha sonra askerden gelince Vatan gazetesi spor servisinde işe girdim, pek de istemeden iddia yorumları yazdım, hatta eğlenmek için hayali bir İngiliz yorumcu yaratmıştım: Andrew Curtis, tabii ki öyle birisi yoktu, o bendim ve insanlar pek tutturamasam da İngiliz diye onun yorumlarını çok beğeniyorlardı! Ülkemizdeki birçok işyerinde olduğu gibi sigortasız çalıştırdıkları için çocukluk arkadaşım Gökmen Özdemir’le ters düştüm ve iyi bir kavgadan sonra lanet olsun bu işe deyip futbol yazmayı, yorumlamayı bir süre bıraktım. Ama futbol yazarlığı, yorumculuğu beni bırakmadı. Biriktirdiğim birkaç kuruşla babamdan da destek alarak Moda’da bir müzik stüdyosu açtım ama her sabah işe gidince ilk yaptığım BBC’nin sitesinden Liverpool ve Premier Lig’le ilgili haberleri, yorumları okumak oluyordu. Bir süre sonra Barış Tut, yeni çıkacak bir dergiden bahsetti: F dergi! F dergiye ilk yolladığım yazıdan sonra “Siz ne isterseniz yazın ama yeter ki sürekli yazın” dediler. F dergi’nin benim için çok ayrı önemi var. Bazı sayılar var, takma isimlerle neredeyse o sayının tamamını yazmışım! Ayrıca geç de olsa insanlara emeklerinin gerçek karşılığı olan paralarının eksiksiz yatırıldığı ülkemizdeki ender spor basını organlarından birisiydi. Ahmet Altan’ın siyasi görüşlerine tamamen katılmıyorum ama F dergi gibi bir projeyi hayata geçirdiği için çok büyük saygı duyuyorum. F’den sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi diyebilirim: Vatan’dayken Türk futbol yazar ve yorumcu sınıfının kalitesi yerlerdeydi hatta yerin bile altındaydı; George Best’in, Johan Cruyff’un kim olduğunu bile bilmeyen palavrasporcular mutlak egemendi. FourFourTwo’ya F dergi kapandığı için geçtim, bir süre sonra da Mehmet Ayan, Lig Radyo’da program yapmamı önerdi, başladım gerisi geldi. İlker Duralı bu süreçte çok önemli rol oynadı. İlker, Fırat İşbecer ve Mehmet Ayan’dan başta “sakin olmak” üzere çok şey öğrendim. Skytürk işi de Berfu Haşıoğlu ve Mustafa Sapmaz’ın sayesinde başladı sonra Lig Radyo ve FourFourTwo ekibi Skytürk’te Total Futbol’da birbirlerine eklemlendi. Beni en çok mutlu eden şu: Sadece kendim gibi davranıp ne düşündüğümü ne hissettiğimi sansürsüz söyleyerek insanlar beni sevdi. Program yapmadan yıllar önce de dışarıda da Pascal Nouma, George Best tişörtleri, siyah bandımla dolaşıyordum, programda da yapay takım elbiseler giymek yerine sokaktaki gibiyim, bu harika bir şey!
Hangi takımı tutuyorsunuz ?
En zor soru bu! Türkiye’de dededen, babadan sülaleden Beşiktaşlıyım. Kadıköy yakasında bir     apartmanın tamamının Beşiktaş bayraklarıyla donanması görülmüş iş değil ama Eceler Apartmanı var, bizim aile apartmanı. Beşiktaş Çarşı’da bile daha Beşiktaşlı bir apartman yoktur herhalde! Üstelik Fenerbahçe’de basket, Galatasaray Üniversitesi’nde yıllarca futbol oynadım. Sinan Engin efendi, Alaattin Çakıcı’yı kulübün antetli kağıtlarıyla yurt dışına çıkarttığında askerdeydim, herkesin yattığına emin olup küçük bir odaya kendimi kitledim ve sabaha kadar ağladım!
Geçen ilkbaharda Karşıkaya haberi yapmaya gidip taraftarları gördüğümden beri Karşıyaka’yı da tutuyorum sanırım ama Göztepe’ye hiçbir düşmanlığım yok. İnşallah ikisi birden Süper Lig’e çıkarlar.
İngiltere’de çok sıkı bir Liverpool’luyum. Hayatımda bir kez canlı izledim, efsanevi 2005 finalinde ama benimkisi sanırım küçüklükten gelen bir Liverpool aşkı ve o gece o efsaneyi yazmasalardı da bu kadar fanatik bir Liverpool’lu olurdum. Küçükken yılda bir kez Süt Kupası finali olurdu ve İrlandalı oyuncuların birçoğu (Staunton, Aldridge, Whelan, Houghton) Liverpool’da oynardı, bir yandan da The Beatles, Liverpool şehrinden, daha ne olsun! Liverpool’u tutmasam kesin Manchester United’ı tutardım o da ayrı bir gerçek. Ezeli rakibe karşı gizli ama önüne geçilemez bir sempati duyuyorum, sanırım Alex Ferguson ve Eric Cantona, George Best, Ryan Giggs gibi efsanelerden kaynaklanıyor, bir de Liverpool’dan sonra Ada’da en iyi müzik grupları Manchester’dan çıktı (The Stone Roses, The Smiths, Joy Division, New Order, Happy Mondays).
İskoçya’da takımım Glasgow Celtic. 1967 yılında Ada’nın ilk Avrupa şampiyonu olmalarıyla 1967 yılında saykodelik rock’ın, Aşk Yazı’nın patlaması çok tesadüf olamaz ya! Celtic’i gerçekten de çok seviyorum çünkü 1888′de fakir insanların açlıktan ölmemeleri için para toplamak amacıyla kurulmuş bir futbol takımı. Aslında Hibernian ve Aberdeen başta olmak üzere Rangers hariç tüm İskoç takımlarını çok seviyorum. Takımının kazandığı taça Şampiyonlar Ligi’nde şampiyon olmuş gibi sevinen, mutlu olan insanları nasıl sevmem ki? Futbolu bu kadar çok ve bu kadar karşılıksız sevmiş başka bir ülke yok: İskoçya Dalglish-Souness döneminde bile Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası’nda birinci turu geçemedi ama Avrupa’da futbolun en sevildiği, en doya doya ve katıksız yaşandığı ülke. Rangers’tan nefret etmemin sebebi Celtic’li olduğum için değil, ne de olsa Katolik değil Müslümanım. Ancak Rangers’lıların yıllarca sadece protestan olmadıkları için insanları oynatmamaları, diğer din ve mezheplere karşı söyledikleri ayrımcı şarkılar gerçekten de futbolun yüz karası. 2008 UEFA finalinden önce taraftarlarının yaptıkları çirkinlik ve iğrençliklerin futbolda yeri yok. 2003 finalinde kaybeden taraf olan Celtic taraftarları UEFA tarafından yılın en centilmen ve insancıl taraftar topluluğu seçilmişlerdi. Daha küçüklükten doğru tercih yaptığım için çok mutluyum. Ayrıca Rangers’lıları başta Aberdeen’liler olmak üzere İskoçya’da kimse sevmez çünkü herkese o kadar ayrımcılık yapmışlar ki! 1800′lerin sonunda kurulmuş bir takımda ilk ayan beyan katoliğin 1990′lara doğru oynaması ne demek? Futbolun apartheid’ı, Mandela öncesi Güney Afrikası gibi.
Ayrıca Liverpool’un ezeli rakibi Everton’a karşı da büyük sempatim var, sanırım Merseyside derbisi dünyanın en güzel, en örnek alınması gereken insancıl derbisi, futbolun gerçek yüzü: Maçları bir arada beraber izlemek, diğerinin acısını hissedebilmek, dolaysız, çıkarsız empati kurmak, bildiğin rakip olmak ama kardeş kalmak!
Fransa’da Marsilya, İspanya Ligi’nde Barcelona, Dünya Kupası’nda Türkiye yoksa İrlanda Cumhuriyeti, Cezayir ve İskoçya diğer tuttuğum takımlar. Türkiye katılmıyorsa Almanya, İtalya’lara karşı mutlaka Hollanda forever, Johan Cruyff’un hatırına.


Tuttuğunuz takıma karşı yazılarınızda veya yayınlarınızda ne kadar duyarlısınız ?
Şöyle bir duyarlılığım var: Bir basın mensubu eğer “Ne de olsa benim takımım, yazmayayım da zarar görmesin” diye o gün yazması gerekeni yazmıyorsa zaten uzun vadede takımına karşı en büyük günahı işler. Yazılmayanlar birikir, yanlışlar büyür ve sonunda da Sinan Engin gibiler yıllarca takımımızı mahvederler.
Takip ettiğiniz yerel,yabancı kaynaklar ,ligler , spor yazarları ve takımları paylaşırmısınız ?
Uğur Meleke hem harika bir yazar, hem de bir o kadar da harika bir insan. Ayrıca o futbolcu diye milyonlarca dolar alan bir sürü adamdan çok daha iyi futbol oynuyor! Her sabah ilk iş Uğur Meleke’nin yazdıklarını okurum sonra Atilla Gökçe yazmış mı yazmamış mı diye merak ederim. Atilla Abi yazmamışsa o sabah ne yapar eder bir İslam Çupi yazısını arşivden bulur okurum. Sonra tek tek bütün bildiğim internet bloglarına bakarım. FourFourTwo ekibinden Erdem Kabadayı, Kaya Adalı ve Hilal Gülyurt’un yazılarını, Mustafa Sapmaz’ın günlük yorumlarını asla kaçırmam. Zaten İlker Duralı, Mehmet Ayan ve Fırat İşbecer ile sürekli “yorumlaşma” halindeyiz. Keşke Mehmet Ayan biraz Premier Lig, La Liga da izlese de onlar üzerine de sohbet edip kapışabilsek! Her ne kadar kısa bir süre l’Equipe’te staj yapmış olsam da benim Fransa’daki favorim açık ara France Football’dür. World Soccer da süper bir dergidir, Karadağ Ligi’nden Zimbabve Milli Takımı’na kadar her şey o dergide var. FourFourTwo’nun İngilizce sayıları da çok güzel. 1995-2000 arasını okudukça yeniden yaşıyorum böylece hafızam da her daim taze kalıyor. BBC’nin sitesindeki ve Liverpool’un resmi sitesindeki forumlar da çok zihin açıcı oluyor. Ayrıca Simon Kuper, Tanıl Bora, Mihir Blose, Cem Dizdar ve Bağış Erten de en çok severek zevk alarak okuduğum futbol yazarlarından. Güntekin Onay, Ersin Düzen çok severek izlediğim yorumcular, programcılar. Ayrıca The Times gazetesinde futbolculuğunda deli gibi sevdiğim Tony Cascarino spor yazarı, yani bir başka açıdan bakınca idollerimden biriyle meslektaşım! Bundan daha güzel ne olabilir cidden? Bir de mutlaka bizim palavraspor gazetelerinin başlıklarını okuyorum, bence Avrupa Yakası vs halt etmişler onların yanında, bir gün gülmekten ölmekten korkuyorum ama onların çok sattığını gördükçe yaptığım meslekten nefret ettiğim anlar oluyor! Nasıl da sadece para için halkın, insanların duygularıyla bu kadar vicdanızca oynayabiliyorlar! Salvador Dali bile böylesine sınırsız bir gerçeküstücülüğün karşısında resmi bırakırdı. Bence o yalan ötesi haberlerin çoğunu uyuşturucu içerek yazıyorlar, hem de bali falan herhalde çünkü gerçekten bu kadar da kopabilmek normal şartlarda imkansız.
Futbol dışında hangi spor dallarını takip edersiniz ?
Küçükken uzun yıllar basketbol oynadım ama aslında hep futbolcu olmak istemiştim. Yugoslavya ülkelerinin (Hırvatistan, Bosna, Karadağ, Sırbistan vs) maçları varsa basketbol izlerim ama çok fazla alacalı bulacalı bulduğum NBA’yi sevmem pek. Yine de NBA, eşitlikçi salary cap transfer uygulamasıyla tüm dünyaya harika bir örnek. Eskiden tenis de çok severdim ama Martina Navratilova ve Steffi Graf’ta kaldım! Ayriyeten Six Nations’taki rugby, futboldan sonra en sevdiğim spor.
Türkiye’den beğendiniz teknik direktör ve futbolcular kimlerdir?
Reha Kapsal, Ertuğrul Sağlam, Nurullah Sağlam, Celal Kıbrızlı, Mustafa Denizli, milli takım döneminde Ersun Yenal! Euro 96, 1. Galatasaray ve Fiorentina döneminde Fatih Terim’i de çok beğenirdim, o maçları kazandıktan sonra tribünlerin arasında eşi Fulya hanımı araması harikaydı, Rocky’nin “Adrian”ı araması gibi, Euro 96′ya kaldığımız maçtan sonraki sahneleri asla unutamam. Eski futbolculardan bir numaram Feyyaz Uçar, sonra Rıza Çalımbay, Rıdvan Dilmen, Deli Nezihi, Recep Çetin, Uğur Tütüneker, Cüneyt Tanman, Prekazi… Hakan Şükür de bir ara harikaydı eğer Blackburn’de kalsaydı Niall Quinn misali global bir efsane olurdu ama Galatasaray’ı bu kadar çok sevmesi de büyük saygı duyduğum bir şey. Yenilerden Arda ve Batuhan’dan sonra en çok Volkan Şen’i beğeniyorum. Daha genç oyunculardan Beşiktaşlı Necip ve soyadı Şentürk olan altyapıdaki oyuncu da müthiş yetenekliler.
Batuhan’ın saha dışında yaptıklarını tasvip etmiyorum ama o yaşta onun konumunda olan birçok insan bu ülke şartlarında öyle davranır, o yüzden çok ağır eleştirmemeye çalışıyorum. Ne de olsa bizim ülkemizi yıllardır yönetenlerin kalitesi ortada, Batuhan’ın yaptıklarına biraz da o bağlamda bakmak lazım. Ayrıca Nobre’den 10 kat iyi bir santrfor ama Mustafa Denizli tabii ki benden çok daha iyi bilir.
Turkcell Süper Lig takımlarımız çok iyi transferler yaptılar.Sizce bu sene lig kalitesi nasıl olacak ?
Geçen sezon da çok kaliteliydi, bu sezon daha da kaliteli olacak. Bizde futbolcular ve teknik adamlar gayet kaliteli, kalitesiz olan yönetim anlayışı ve yönet(emey)enler! Bu oyunun taraftarların oyunu olduğunu, bir kulübün geçici yöneticilere ve para babalarına değil halka, taraftarlara ait olduğunu anlamaları gerekiyor!
Bu sene Turkcell Süper Lig’e hangi takımlar ve oyuncular damga vuracaktır?
Arda, Elano, Ernst, Dos Santos, Volkan Şen, Batalla, Couceiro! Colin Kazım’ın Daum yönetiminde iyi oynayacağını düşünüyorum. Güiza’nın da ama 100 gol bile atsa Fenerbahçe’deyken “Ben büyük bir takımda oynamak istiyorum” diyen bir adamı sevmem, sevemem. Bu Türk futboluna çok büyük hakarettir! Sen de kimsin be adam, bu takımda Pierre Van Hooijdonk, Uche, Hogh, Brian Steen Nielsen, Dalian Atkinson, Roberto Carlos ve Alex oynadı!
Turkcell Süper Lig takımlarının bu seneki formalarını beğendiniz mi ?
Bazılarını evet, bazılarını hayır. Renk renk formalar olması güzel bence ama sadece taraftarlara satmak için kel alaka renkler olması tam ülkemizin yerinde saymasına neden olan oryantal bürokratik kapitalizmin berbat bir yansıması. Favori formalarım Beşiktaş’ın 100. yıl Hakkı Yeten Retro forması, Galatasaray’ın parçalısı, Fenerbahçe’nin Nezihi dönemindeki çubuklusu.
Ali Ece denince ilk akla gelen Total Futbol oluyor.Blog siteniz oluyor.Ne zaman blog yazmaya başladınız ?
F dergi kapandıktan sonra başladım.
Total Futbol blog adresi : http://aliece.blogspot.com/
Blog yazarlığının şuanki noktaya gelmenizdeki faydaları nelerdir ?
Onu insanlar değerlendirebilirler. Ben blogu belli bir amaçla yazmıyorum. 1994 Düya Kupası dönemi ülkemizde internet yoktu kağıtlara yazardım şimdi internet var bloga!
Takip ettiğiniz diğer blog yazarları kimlerdir ?
O kadar çok var ki biraz evvel kesip yapıştırıyım dedim ama 200bin vuruşluk yer yok herhalde bu röportajda! Hepsi zaten blog bağlantılarımda mevcut.
Yeni blog yazarlığına başlıyacak arkadaşlara ne önerirsiniz ?
Hemen başlayın!
FourFourTwo dergisindeki yazılarınızda bloglara yer ayırıyor musunuz ?
Tabii ki! Bir sayfa sadece bloglar için var. İki tanıtım yazısı bir de konuk yazar, herkesi bekliyoruz. 500′er vuruşluk tanıtımlar ve 3500 vuruşluk konuk blog yazıları: ali.ece@442dergi.com
Flying Dutchmen ve Ligue 1/Glasgow Mağusa ekipleri sağolsunlar sürekli yazıyorlar FourFourTwo’ya.
Yazılarına güvenen bilgili genç arkadaşlara şans tanıyor musunuz kendilerini göstermeleri için ?
Sürekli. Herkese kapımız açık. Okuyucuyken yazı yollayıp sürekli yazar olan çok kişi var FourFourTwo’da.
Bildiğimiz kadarı ile Football Manager oynuyorsunuz.Keşfettiğiniz oyuncular oldu mu ?
Son yıllarda Sinan Bolat var ki kendimle gurur duydum Sinan milli takıma seçildiğinde! Zafer Yelen, Ceyhun Gülselam da 2 yıl önce keşfettiğim isimler. FM/CM benim için hayat memat meselesidir! Keşke günler 48 saat olsa 24 saat sadece FM/CM oynayabilsem!
Football Manager oyununda büyük takımları mı yoksa küçük takımları mı tercih ediyorsunuz?
Daha çok kendi tuttuğum takımları alıyorum. Lig Radyo’da geçenlerde bir dinleyici harika bir mesaj attı: “Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olunca Ali Ece ne yapar: CM’yi kapatır” Aslında yanlış cevap çünkü hiç uyumamak uğruna kapamam. Hele ŞL şampiyonu olduysam ki Beşiktaş’ı 9 sene üst üste Türkiye Ligi 2 yıl üst üste de ŞL şampiyonu yapmışlığım var. Bir screen shot var kız arkadaşımın bilgisayarında size yollayacağım! Bazen her CM/FM’ci gibi benim de gerçek-oyun algılarım karışıyor. 1999′da Wigan’a gittiğimde meydanda “E hani benim heykelim yok, bu takımı Premier Lig’e çıkarıp FA Cup’ı kazandırdım, bu ne vefasızlık” demiştim kendi kendime. Küçük takımları çalıştırmak çok zevkli cidden. En son Milwall’u çalıştırdım kulübün oyuncu izlemek için scout yollayacak parası bile yoktu ama 3 yılda League 1′den Premier Lig’e çıktık, çok zevkliydi. Sonra Liverpool’dan teklif gelince hayır diyemedim tabii!  
Football Manager oyununu oynama amacınız nedir ? Eğlence için mi yoksa oyuncu veritabanından yararlanmak için mi ?
Her ikisi de değil birincil amacım. Ben hep futbolcu olmak istedim, yetenekliydim de ama aile, okul, rock’n'roll derken olmadı. Gitar çalarken sigara içebiliyorsun ama 90 dakika futbol oynarken içemiyorsun o yüzden gitarı tercih etmiştim! Bu yüzden en çok olmak istediğim şey teknik direktör. CM/FM’de işin içinde para yok, baskı yok; sana “hoca moca değil” diyen kara cahil adamlar yok, daha güzel teknik direktörlük olur mu?
Son olarak spor yazarlığı yapmak veya radyo yorumcusu olmak isteyen arkadaşlara ne önerirsiniz?
Kendiniz olun! 
Röportaj için teşekkür ederiz…

İtalyan model ve aktris Sabrina Ferilli, tutkulu hayranı olduğu Roma takımının şampiyon olması durumunda taraftarların gözü önünde soyunacağını açıkladı. 90’lı yılların en seksi İtalyan kadınlarından biri olan ve 40’a yakın filmde rol alan Sabrina’nın bu açıklaması İtalyan futbolseverler tarafından coşkuyla karşılandı. 42 yaşında olmasına rağmen Sabrina geçen yıl ülke çapında yapılan bir ankette İtalya’nın en sevilen kadını seçilmişti.


KİMMİŞ BU HAYIRSEVER DİYENLERE





 Sky Sports'un Britanya kanalında Salı akşamı yayınlanan Barcelona-Arsenal maçının devre arasındaki Mastercard reklamında tribünümüzden görüntüler kullanılmış. Tahminim Marsilya maçı olduğu yönünde kapalı'nın önüne asılan küçük küçük pankartlardan yola çıktım.
Yabancı bir firmanın Şampiyonlar Ligi için hazırlattığı bir reklamda tribünümüzden görüntüler bulunması gururlandırıcı elbette. Adamlar da biliyor demek ki bu topraklardaki en iyi tribünün BEŞİKTAŞ tribünü olduğunu :)



Arsenal ile Barcelona arasındaki Şampiyonlar Ligi mücadelesinde 2-2'nin rövanşında Barcelona kendi sahasında Arsenal'i Messi'nin 4 golü ve muhteşem futboluyla mağlup etti.Messi gösterdği performansla en iyisi benim dedi.

WENGER: "MESSİ SANKİ PLAY STATION"

Arsenal teknik direktörü Arsene Wenger, dün akşam takımına 4 gol atan Barcelonalı futbolcu Lionel Messi’yi bilgisayar oyunu karakterine benzetti ve futbolcunun, "dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından biri olma yolunda ilerlediğini" söyledi.
Wenger, Barcelona’ya 4-1 yenildikleri maçından ardından düzenlediği basın toplantısında, dün akşam iki takım arasındaki farkın Messi olduğunu belirterek, "Yapılan her hatayı kendi lehine çevirebiliyor. Barcelona çok iyi bir ekip.
Ancak Messi denen bir oyuncu var ve bu oyuncu oyunun gidişatını her an değiştirme yeteneğine sahip. Sanki Play Station" diye konuştu.
Messi’nin çok genç olduğunu, çok daha büyük başarılara imza atacağına inandığını söyleyen Wenger, bu futbolcu gibi bir maçta 4 gol atan fazla oyuncu bulunmadığını kaydetti.

UEFA, "ÇOK FARKLI BİR OYUNCU"

UEFA'nın resmi internet sitesi de Messi'nin fevkalade olduğunu belirtirken, Arjantinli futbolcunun takım arkadaşı Xavi Hernandez, UEFA.com'a yaptığı açıklamada, Messi'nin dünyadaki tüm oyunculardan farklı bir seviyede ve sınıfta olduğunu belirterek, şunları söyledi:

"İnanılmaz ve acımasız bir oyuncu. Tüm oyunculardan farklı bir yerde. Eğer şanslıysanız 25 yılda bir böyle bir oyuncu bulabilirsiniz. Biz de böyle bir şansa sahibiz."

Brezilyalı savunma oyuncusu Alves de rüya gibi bir gece olduğunu ve 1-0 geriye düştüklerinde bile soğukkanlılıklarını koruduklarını ve kaybedeceklerini hiç düşünmediklerini belirtti.

Barcelona'nın file bekçisi Victor Valdez ise yarı finaldeki rakiplerinin Inter olduğunun hatırlatılması üzerine yaptığı açıklamada, "Şimdi yarı finalde eski bir dost Eto'o ile karşı karşıya geleceğiz ve her zaman eski bir dosta karşı oynamak zor olmuştur. Fakat tahmin ediyorum ki bu onun için de zor olacak. Ayrıca o Inter'in olağanüstü oyuncularından sadece biri, şimdi onlarla karşılaşıp, bu işin üstesinden gelme zamanıdır" dedi.

Amerika’nın yerli halkına ortak olarak verilmiş olan Kırmızı Hintliler (Red Indians) adı yanlıştır ; bu ad onlara İspanyollar tarafından verilmiştir . Zira İspanyollar Amerika’ya geldikleri zaman Hindistan’a ulaştıklarını zannetmişlerdi. Kırmızı Hintli (Red İndian) terimi de doğru değildir. Avrupalılar Yeni Dünyaya çıktıkları zaman vücutları kırmızı boyalı insanlarla karşılaşmışlardı. Bu, bazı törenlerde onların adetiydi. Amerika yerlilerinin derileri sarımtırak beyaz ve esmerdir.

Kızılderililer Amerika kıtasının ilk yerlileri.Asya’dan Bering Boğazını geçerek çeşitli zamanlarda Amerika’ya ulaştılar. Göçler 10.000 yıl önce, belki 25.000 yıl önce başlamış ve birbirini takib eden zamanlarda gerçekleşmiştir. Göç eden gruplar lisan, kültür ve fiziki bakımdan birbirinden farklıydı.

Kuzey Amerika’nın kuzeyinde o zaman bulunan dev buzullarda deniz suyunun depo edilmesi sonucu, deniz seviyesi düşüktü. Bunun sonucu Bering Boğazı, Asya’yı Amerika’ya bağlayan bir köprü şeklinde bulunmaktaydı. Şimdi bile Bering Boğazı 75 km genişliğindedir ve Asya ile
Kuzey Amerika arasında iki ada bulunmaktadır. Kuzey Amerika’da bulunan buzulsuz bir yolla Orta ve Güney Amerika’ya inilebilmekteydi. Başka bir yol da Amerika’nın güneyindeki Pasifik kıyılarına gelen deniz yoluydu. Ancak burası o zamanların deniz vasıtaları için oldukça tehlikeliydi. Bu göçlerden binlerce yıl sonra, Avrupalılar Amerika’yı keşfetti. Hemen hemen her yerde yaşayan yerli kavimler bulunmaktaydı. Ancak sayıları azdı. Avrupalıların kıtaya ayak bastığı sırada Kuzey Amerika’nın tamamında nüfûsun 4,2 milyon, Güney Amerika’nın ise 10 milyon dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Avrupalıların Amerika’yı keşfinden sonra Kızılderili nüfusu hızla azalmıştır. Buna Kızılderililerin kullandığı tabiat kaynaklarının Avrupalıların eline geçmesi, Avrupalıların kıtaya getirdikleri bulaşıcı hastalıkların Kızılderilileri telef etmesi ve yapılan katliamlar sebeb oldu.

Aslen Asyalı olan Kızılderililer, düz siyah saça, koyu kahverengi göze sahiptirler. Derileri, genellikle orta kahverengi olup, sarımsı kahverengi ile kırmızımsı kahverengi arasında değişir; tamamen kırmızı değildir. Ancak, bazan vücutlarının bir kısmını kırmızıya boyarlar. Kafa ve burun yapıları gibi diğer vücut karakteristikleri de çok farklılık gösterir.

Kızılderili lisanları birbirinden oldukça farklıdır. Hiçbirisinin Avrupa, Asya veya Afrika’da kullanılan lisanlarla bağlantısı yoktur. Bazı diller, diğer yaygın kullanılanlardan türemiştir. Dilleri gibi kültürleri de birbirinden çok farklıdır. Çiftlik genel olarak yerlilerin ana ekonomik kaynakları idi. Bunun yanında avcı ve balıkçı olanları da vardı. Siyasi organizasyonlarında şehir devletleri yanında, kabile konfederasyonları da mevcuttu. Dini hayatları Aztek ve Mayalarda olduğu gibi müesseseleşmiş ve karmaşık seremonilere sahipti. Ancak bazı topluluklarda bu çok ilkel olup, hastaları iyi etmek, doğum ve cenaze merasimlerinden ibaretti.

Yaklaşık 20 tane bitki, Amerika’nın keşfiyle Avrupa’ya geçti. Mısır,tütün,patates,kakao ve yerfıstığı bunlar arasındadır. Kızılderililerden ileri olanlar ahşap işlemeyi, çanak-çömlek yapmayı, dokumayı ve taş işlemeyi bilmekteydiler.Astronomi ve metalurji Avrupa’da olduğu kadar ileri değildi. Ancak bazı konularda dikkate değer ilerlemeler yaptılar. Köpek ve hindi dışında evcil hayvanları bilmezlerdi. Tekerlek Orta Amerika’da oyuncak şeklinde bulunduğu halde henüz kullanılmamıştı. Bakır, altın ve gümüşün kullanıldığı ve bunların kullanılışı ile ilgili tekniğin oldukça ilerlediği bilinmemekteydi.

Kızılderililer Avrupalılarla karşılaştıklarında teknolojik bakımdan yaklaşık 3000 yıl gerideydiler. Bu gerilik sayılarının az oluşuna dışarıyla irtibatlarının bulunmamasına ve yeni bir kıtaya yerleşmek için harcadıkları zamana bağlanabilir. Kızılderililer, Avrupalı işgalcilerin katliamlarından asırlarca kurtulamadılar. ABD’nin resmi organlarınca katledildiler. En çok kelle getiren Kızılderili avcılarına mükafatlar verildi. Kızılderili kellelerinin teşhir edildiği bir müze kuruldu. Ülkenin en verimli topraklarından sürülen Kızılderililer, ancak 1924’te vatandaşlık hakkına kavuşabildilerse de bugüne kadar horlanmaktan kurtulamadılar.Amerika’nın yerli halkına ortak olarak verilmiş olan Kırmızı Hintliler (Red Indians) adı yanlıştır ; bu ad onlara İspanyollar tarafından verilmiştir . Zira İspanyollar Amerika’ya geldikleri zaman Hindistan’a ulaştıklarını zannetmişlerdi. Kırmızı Hintli (Red İndian) terimi de doğru değildir. Avrupalılar Yeni Dünyaya çıktıkları zaman vücutları kırmızı boyalı insanlarla karşılaşmışlardı. Bu, bazı törenlerde onların adetiydi. Amerika yerlilerinin derileri sarımtırak beyaz ve esmerdir, fakat hiçbir zaman kırmızı değildir.

Karışıklığı önlemek için antropolojistler kendi kendini yeter derecede açıklayan Amerika Hintlileri (Amerindiens) terimini meydana getirmişlerdir. Bu terim
Eskimolar hariç bütün Amerika yerlilerini içine almaktadır.
Amerika yerlileri tek bir ırktan mı oluşmuştur?
Bu soru çok defa tartışılmıştır. Yüz yıl kadar önce İsveçli Retzius burada üç ırk ayırt ediyordu. Başkaları bunu sekize kadar çıkarmışlardır. Fakat uzmanların çoğu , özellikle yerlileri bizzat yerinde incelemiş olan Amerikalı bilginler bunların aynı bir ırk içinde sınıflanmasını haklı gösteren bir aile havzasının mevcut olduğu fikrindedirler. Bazılarının dediği gibi “bir yerliyi yakından gören kimse bütün yerlileri görmüş demektir” sözüyle yetinmeyip onlarda mevcut ortak çizgilerin tümünün tanınması yoluna gitmek gerekmektedir.

Amerika yerlilerinin boyları çok kısa olmamakla beraber değişmektedir; fakat vücut daima tıknaz ve topludur. Boyun kitlevi, göğüs geniş ve derindir ; omuzlar kalçalar kadar geniştir ve gövde biçimsiz şekilde uzun olup bel bölgesinde hatta kadınlarda bile bir daralma göstermez. Deri koyu esmerimsi sarıdan açık sarıya, hemen hemen beyaza kadar değişir. Yukarıda da belirttigimiz gibi asla kırmızı değildir. Yeni doğmuşlarda mongol lekesi son derece fazladır. Sarı ırklarda olduğu gibi saçlar siyahtır ve kalındır, kesiti yuvarlaktır. Sakal seyrektir, yanaklar üzerinde hemen hemen hiç yoktur. Beden kılları azdır.

Kafa deformasyonu adetinin çok yaygın olması nedeniyle baş şeklini takdir etmek çok defa güçtür. Gerçek dolikosefal nadirdir. Yüz geniştir . Daima çıkık olan elmacıklar, köşeli ve kuvvetli bir çene ile yüzün ifadesi az anlamlıdır. Burun iyi gelişmiştir, gerçek Mongollardaki basıklık burada yoktur ;fakat Avrupalıların burunlarından daha etkilidir. Gözler koyu renk ve hafifçe eğridir. Çok kez, ve özellikle çocuklarda hafif bir mongol pilisi vardır. Bunlara mahsus bir karakter de kesici dişlerin arka yüzünün yukarı kısmının kürek şeklinde oyuk olmasıdır.

Bütün bu çizgilere fizyolojik soydan olan diğerleri de katılmaktadır. İlkin 0 kan grubunun fazla oluşu. Bunun yalnız saf kan yerlilerde böyle olduğu iddia edilmemiştir. Olaylar bu hipotezi teyit etmemiştir. Fakat % 80-90 oranında mevcut olduğu da nadir değildir. Yeni dünya’nın kuzeyinde olduğu kadar orta ve güneyinde de böyledir. Diğer bir genel karakter nabızların yavaşlığıdır. Buna mentalitedeki garip bir benzerliği de ilave etmek lazımdır. Amerika’nın bir ucundan öteki ucuna kadar bütün yerliler soğukturlar, suskundurlar. Bu yönden diğer birçok ırklarla , hatta Eskimolarla, açık bir çelişki halindedirler.
Nüfus ve bölgesel dağılım
“Kuzey- Pasifik Yerlileri:Alaska’da ve Kaya dağlarını Pasifik’ten ayıran yayla ve dağlar bölgesinde otururlar. Avrupalıların buralara girmesi ile az çok değişmiş olan birçok kabileleri içerir. Bu kabilelerden en tanınmışı APACHE’lerdir.”

“Kuzey- Atlantik Yerlileri: Kızılderililerin en büyük kısmını teşkil eder. Savaşçı kabilelerden oluşmuşlardır, ava ve balık avcılığına düşkündürler;Kaya dağlarının doğusunda Atlatik’e kadar uzanan ormanlar ve çayırlar alanında otururlar . Fransız ve İngilizlerin 18. yüzyılda giriştikleri saldırılar bunların bugün bulundukları sığınak bölgelerine sürülmeleriyle sonuçlanmıştır. Mohican , Delaware, Huron, Iroquois, Sioux, Cheyenne, v. s. ler bugün çok azalmışlardır. Kanada’da hala takriben 100.000 yerli bulunmaktadır, Birleşik Amerikada 1930 da 30.000 kadar Sioux vardı, Delaware’ler 2.000 kişiye inmişlerdi, Mohican’lar 1890 da aşağı yukarı 121 kişi idiler, bugün pratik olarak sönmüşlerdir” Günümüzde ise yerli nüfusun neredeyse yokolmakta olduğunu görebiliriz
Amerika Yerli Kabilelerinin Popülasyonu ve Oranları
A.B.D deki 30 büyük kabilenin nüfusu ve kabile nüfuslarının toplam yerli nüfusuna göre oranı (1990 nüfus sayımı raporlarına göre)

(U.S. Department of Commerce)

Amerika Yerlileri Nüfusu
1,878,285 = 100.0 %

Kabile İsimleri Nüfus Kabilelerin nüfuslarının toplam yerli nüfusuna oranı %
Cherokee 308,132 16.4
Navajo 219,198 11.7
Chippewa 103,826 5.5
Sioux 103,255 5.5
Choctaw 82,299 4.4
Pueblo 52,939 2.8
Apache 50,051 2.7
Iroquois 49,038 2.6
Lumbee 48,444 2.6
Creek 43,550 2,6
Blackfoot 32,234 1.7
Canadian & Latin Americ. 22.379 1.2
Chickasaw 20,631 1.1
Potawatomi 16,763 0.9
Tohono O' Odham 16,041 0.9
Pima 14,431 0.8
Tlingit 13,925 0.7
Seminole 13,797 0.7
Alaskan Athabaskans 13,738 0.7
Cheyenne 11,456 0.6
Comanche 11,322 0.6
Paiute 11,142 0.6
Puget Sound Salish 10,246 0.5
Yaqui 9,931 0.5
Osage 9,527 0.5
Kiowa 9,421 0.5
Delaware 9,321 0.5
Shoshone 9,215 0.5
Crow 8,588 0.5
Cree 8,290 0.4


86 küçük kabileye ait toplam1000 kişi civarında yerli nüfusu yukarıda yer almamıştır.

Kaynak: (U.S. Department of Commerce

“Güney-Pasifik Yerlileri: Bu bölgede birçok kavim bulunur. Bunların arasında Colomb’dan önceki Amerika’nın büyük medeniyetlerini geliştirmiş olan Aztek veya Nahau’lar, Güney Meksika’da çok ileri bir topluluk yaratmışlardır. Yukatan ‘da Maya’lar henüz daha çözülmemiş hiyerofik bir yazıya sahiptiler . Cordillere’lerde Aymar’lar ve Quichua’lar İnka imparatorluğunun temeli olmuşlardır. And’ların güneyinde bulunan Arokan ‘lar aynı ırka mensupturlar”.

“Güney-Atlantik Yerlileri: Esas itibariyle büyük Brezilya ormanını işgal ederler. Boyları ortalamanın altındadır. Bu yerliler birçok kabileleri meydana getirirler. Bunların çoğu Avrupalıların etkisinden tamamiyle uzak kalmışlardır ;bazıları bugün bile az bilinmektedirler. En yalıtılmış olanlarından biri Ekvator’un Amazon yamacındaki kelle avcıları yani Jivaro’lardır”.Jivarolar beyaz yağmacıların katliamlarından Amazon’un derinliklerine kaçarak kurtulmuşlar ve bölgelerine kimsenin girmesine izin vermemişler ,bunu deneyenlere de çok acımasızca davranmışlardır. Kelle avcıları denmesinin sebebi budur. Bu küçük kabileler beyazlarla melezleşmemişlerdir, fakat eski esirlerin soylarından olan Boni zencileriyle bazı melezleşmeler olmuştur

“Amerika’nın keşfi sırasında Antil’lerde Karaipler oturuyorlardı. Bunlar Avrupalılarla ilk temasa giren yerliler olmuşlardır. Karaipler kıtalarındaki kendi cinsleri tarafından tamamiyle yahut hemen hemen tamamiyle yok edilmişlerdir”. İnsan Irkları Prof. Henri-V. Vallois

AMERİKA YERLİ KABİLELERİNDEN BAZILARININ İSİMLERİ

Abenaki, Absarokee, Algonquain, Alabama, Anasazi, Anishinabe, Asbinboine, ,Apache, Arikara, Arapaho, Athapaskan, Blackfeet, Caddo, Cherokee, Cheyenne, Chinook, Chippewa, Choctaw, Comanche, Costanoan, Cree, Creek, Crow, Delaware, Flathead, Gros, Hopi, Hawaiin, Hidatsa, Ioway Nation, Iroquois, Karuk, Kaw, Kiowa, Miccosukee, Micmac, Miwok, Mohawk, Navajo, Nipmuc, Nez Perce, Nisga, Omaha, Ohlone (Costanoan), Ojibwa, Ojibway, Oneida, Oto, Papago, Pawnee, Penobscott, Powhatan, Ponca, Potawatomi, Paiute,Quapaw, Sarasi, Seminole, Sioux, Shoshone, Taino (Timucua), Tonkawa, Tsimshian, Ute,Ventre, Wabanaki, Winnebago, Wyandot,Yahi, Zuni .

AMERİKA YERLİLERİ ASYA’DAN AMERİKA KITASINA NE ZAMAN GEÇTİ ?

Göçün tarihi tam olarak bilinmemektedir. Bu konuda çeşitli bilimsel araştırmaların ışığında birçok görüş ileri sürülmektedir. Biz bunların en yaygın ve bilimsel anlamda kabul görmüş olanlarına değineceğiz.

“İlk göçün buzul devrinin sonunda zamanımızdan 15 veya 20 bin yıl önce Bering boğazının geçmeye elverişli olduğu bir devirde gerçekleştiği zannediliyor. Amerika’ya ulaşan Asyalılar ilkel guruplardı .Bu ilk ulaşan guruplar sonraki guruplara göre daha az değişime uğramışlardır yani ırksal özellikleri sonraki guruplara göre daha az farklılaşmıştır. Amerika kıtasına daha sonra ulaşan Asyalı guruplarsa daha fazla değişime uğramışlardır. Bu durum Amerika yerlilerinin neden Mongoloid ırklarının ancak bazı karakterlerine çok az bir derecede sahip olduğunu açıklar. Amerika’nın keşfi sırasında Amerika yerlilerinin birçok kavimlerinin yüksek medeniyet derecesine karşın bunların eski dünyada yayılmış olan birçok icadı neden bilmediklerini de izah eder. Örneğin tekerleği bilmiyorlardı, demiri kullanmayı bilmiyorlardı. Amerikaya göç kuşkusuz birçok dalgalar halinde olmuştur. Bunlar Kaya ve And Dağları’nın batı yamaçlarındaki ova ve ormanlara yayılmışlardır . Bu guruplar en eski Paleolitik Amerikan İndianları’nı meydana getiren dalgadır. Bugün ise hemen hemen kaybolmuşlardır . Güney Pasifik Alt ırkını veren kol Amerika’ya daha sonra gelmiştir. Çeşitli nedenler , özellikle Sibiryalılarla olan büyük benzerlikleri muhtemelen Eskimolardan sonra Amerika’ya geldiklerini düşündürmektedir. Bunlar Alaska ve Kanada’nın kuzey-batısında toplanmışlardır. Ancak Avrupalıların geldikleri sırada güneye doğru inmeye başlamışlardır” Başvuru kaynağı S.Demirsoy Kalıtım ve Evrim. AMERİKA YERLİLERİ ASYA’DAN AMERİKA KITASINA NASIL GEÇTİ ?

“ Buzul devrinde suların büyük bir kısmı buz halinde kutuplara ve karalara yığıldığından denizin su düzeyi düşmüştü. (bugünkü seviyesinden 185m kadar düştüğü fosil kanıtlara bakılarak bilinmektedir) Dolayısıyla Sibirya ve Alaska en az birtakım ada dizisiyle birbirine bağlanmıştı. Yine jeolojik kanıtlar buzul devrinde Alaska ve Sibirya’nın buzullarla kaplı olmadığını göstermektedir. Çok büyük olasılıkla geçiş son buzul devrinde olmuştur.

İlk insan sitesi ise Kuzey Amerika’da Kolorado ve Arizona’da bulunmuştur (tahminen 8800-9300 yıl önce) Irklar Pleistosen’in sonunda veya biraz daha geç olarak oluşmuş, daha sonra göç olaylarıyla birbirine karışmış ve melezlenmeler meydana gelmiştir.” S.Demirsoy Kalıtım ve Evrim


Tarih
Herşey
1492'de
Kristof Kolomb'un
Amerika'yı keşfiyle başladı. Tanrı adına diye çıkılan yol, ne acı ki bir ulusun yok edilmesine kadar gidiyordu. Evet Kızılderililer, Kolomb'un günlüğünde söylediklerinin tersine kovboy filmlerinde, insan öldüren, kafa derisi yüzen çocukluğumuzun "vahşi" Kızılderiler'i.
Tarih bir kurmacadır belkide bu kurmacanın en somut örneği de Kızılderilerin başına gelenlerdir. Bu kadar kadersiz bir ulusa dünya tarihinde pek rastlanmasa gerek. Hem toprakları ellerinden zorla alınsın, hem yaşama biçimleri ve inançları zorla değiştirilsin ve bütün bunlara başkaldırmaya çalıştığında da "vahşi" denilerek yokedilsin.

Güneşe, aya övgüler düzen, toprağı, ağacı, kuşu dinleyen, dünyayı onlarla birlikte algılayan Kızılderililer mi vahşiydi yoksa bir avuç toprak uğruna bir ulusu dahi yoketmeyi göze alan Beyaz Adam mı?

Onlar doğanın vahşi olduğunu ilk kez beyaz adamdan duydular ve ondan sonra onlar da "vahşi"liğin içinde kaldılar. Önce yüzlerine dostça gülen, ardından bir takım belgeler imzalatıp toprakların bir bölümüne yerleşen ve daha sonra onları topraklarından kovalayan beyaz adamlardan birşey anlamadılar. "Verdikleri sözün sadece birini tuttu çatal dilli soluk yüzlüler; topraklarınızı alacağız dediler ve aldılar".

Dağların, dağlardaki vadilerin insanlarıydı onlar ama çöllere hapsedildiler. Topraklarını bırakıp beyaz adamın belirlediği çorak topraklarda yaşamaya zorlandılar. Ve beyaz adamın acımasızlığına, vahşiliğine daha fazla karşı koyamadılar ve boyun eğdiler. Ve son Kızılderili lideri Gerenimo da teslim olduğunda yüzlerce Kızılderili ulusu, yüzlerce dil, yüzlerce kültür yeryüzünden silinmiş binlerce yıllık birikim, bilgelik yok edilmişti.

Şimdi onlardan geriye kalanlar kendilerine ayrılan çorak topraklarda kendi kültürlerini koruyarak yaşamaya çalışıyorlar ancak beyaz adamın hala gözü doymuş değil. Zorbalığını ve vahşiliğini asimilasyon politikasıyla devam ettiriyor. Çağdaşlaştırma kisvesi altında bir ulusun kültürü tamamiyle yok edilmeye çalışılıyor. Tıpkı globalleşme, küreselleşme adı altında dünyanın diğer ülkelerine yapılmaya çalışıldığı gibi.

Ne tezattır ki beyaz adam ürettiği ürünlere yokettiği insanların isimlerini vermekten de geri kalmıyor. Tıpkı arabasına Cherokee, ayakkabısına Nike, Helikopterine Apache ismini verdiği gibi. İnsanın Kızılderililer'e saygılarını ya da özürlerini ifade etmek için böyle birşey yaptıklarını düşünesi geliyor ama.

"Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar kitaplar avcıyı övecektir."
Kolomb'un günlüğünden
" Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. ... Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmüyorlar. Hiç silahları yok... Son derece sade, dürüst eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar öldürmüyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar..."
(Kolomb'un günlügünden)

İlgili konu başlıkları

Apaçiler,
Karaayaklar,




Cheyenne,
Cherokeeler,


Navajolar -


Sioux -
Lakota -
Little Bighorn Savaşı
Linkler
Amerikan Kızılderilileri Ulusal Kongresi
www.ncai.org

Federal düzeyde tanınmış kabile ne anlama gelir? Federal yönetim ile Kızılderili kabileleri arasında nasıl bir ilişki var? Kızılderililer vergi öder mi? Kızılderililer için sağlık hizmeti ve eğitim kaynaklarını kim sağlar? Federal politikanın uygulanışını denetleyen Amerikan Kızılderilileri Ulusal Kongresi'nin bu sitesinde bu tür soruların yanıtlarını ve Kızılderililerin ülke genelindeki sorunlarına ilişkin güncel bilgileri bulabilirsiniz.

Carlisle Kızılderili Sanayi Okulu

home.epix.net/~landis/index.html

Rezervasyon bölgeleri dışındaki ilk yatılı okulda 1879'dan 1918'e kadar okuyan ve Kızılderilileri “medenileştirme” hedefinin kendi yerli dillerini konuşan ve kültürlerinin diğer yönlerini korumaya çalışan öğrencileri cezalandırmaya dayandığı bir ortamda yetişen yaklaşık 10.000 Kızılderili çocuğun yaşadıkları hakkında bilgi edinebileceğiniz bir kaynak.

Indian Country Today

www.indiancountry.com

Kızılderililerin ülke çapında yayın yapan haftalık gazetesinden haberleri bu siteden okuyabilirsiniz.

Kızılderili Arazi Tasarruf Vakfı

www.indianlandtenure.org

Arazi tahsisi ve teftiş heyeti gibi konulara ilişkin yayınlar ve sık sorulan sorular aracılığıyla, Kızılderili toprak mülkiyetinin karmaşık tarihinde dolaşabileceğiniz bir site.

Amerika Kızılderililerinin Gelişimi Üzerine Harvard Projesi

www.ksg.harvard.edu/hpaied/index.htm

Bu adreste Kızılderili özyönetimi ile uluslaşma süreci, ekonomik gelişim, oyunlar, sağlık hizmeti ve eğitim konuları üzerine onlarca yayına ulaşabilirsiniz.

Iroquois Konfederasyonu'ndan Etkilenme Tezi

www.campton.sau48.k12.nh.us/iroqconf.htm

Acaba Kurucu Atalar ABD'nin anayasasını hazırlarken Iroquois yönetim yapısından yararlanmışlar mıydı? Brian Cook bu adreste ABD yönetim tarzının gelişiminde Iroquois Konfederasyonu'nun ne ölçüde etkili olduğu tartışmasını değerlendiriyor.

Amerika Kızılderilileri Ulusal Müzesi

www.nmai.si.edu

Müzedeki sergileri inceleyebileceğiniz ve müzenin 21 Eylül'deki görkemli açılışıyla çakışan özel toplantılar hakkında bilgi edinebileceğiniz bir site .

Amerika Kızılderilileri Politika Merkezi

www.airpi.org

Bu sitede ABD yönetimi ile Kızılderili kabileleri arasındaki benzersiz ilişki üzerine daha çok şey öğrenebilirsiniz: Tarih, mevcut durum ve geleceğe dönük yönelimler.

Yabani Pirinç—Manoomin

www.kstrom.net/isk/food/wildrice.html

Yabani pirinç hasadının evrelerini ve Ojibwa kültüründe oynadığı kilit rolü öğrenebileceğiniz bir adres.

Gün geçtikçe ilerleyen teknoloji öyle bir hale geldiki artık işin %70 ini makineler %30 unu insanlar yapıyor. Belkide gün gelecek ameliyatları binaları…. herşeyi makineler yapıcak. Aslında bir ütopya gibi dursada bu gelecek yakın :)
İşte o makine;

Beyaz Show’un bu haftaki konukları ”Çok Film Hareketler Bunlar” Filminin kadrosu ve yönetmeni Ozan Açıktan oldu.Film detaylarının konuşulduğu program da espriler de havada uçuştu! Bkm mutfak ekibi ve Beyazıt Öztürk bir araya gelince tadına doyulmayan sohbetler gerçekleşti.Oğuzhan Koç'ta söylediği uzun havayla programa renk kattı.

Geçen hafta Beyaz Show'a konuk olan Yavuz Bingöl, Fenerbahçe'nin Galatasaray karşısında şansının olmadığını ve Galatasaray yenilirse Fenerbahçe formasıyla türkü söyleyeceği sözünü vermişti.

Galatasaray'ın derbide yenilmesi üzerine Yavuz Bingöl bu hafta canlı yayına Fenerbahçe formasıyla çıktı. Koyu bir Galatasaray taraftarı olan Yavuz Bingöl'ü Fenerbahçe formasıyla izleyicilerin karşısına çıkaran Beyaz ise bu duruma daha fazla dayanamadı ve iki ezeli takımın formalarının birbirine dikilmiş formasını getirip Yavuz Bingöl'le birlikte bu formayı giydiler.

Renkli anların yaşandığı programda Yavuz Bingök, Kara Tren şarkısını da seslendirdi.


Hey gidi... Yaklaşık 16 yıla (Hatırlamıyorum tam olarak ve Google’dan bakmak için de çok tembelim!) tam yedi tane oyun sığdırdılar. Düşünüyorum da Heroes of Might and Magic dışında ta o dönemlerden günümüze kadar gelen ve adından halen saygıyla söz ettiren kaç oyun kaldı? The Settlers herhalde bu nadide parçalardan biri. Oyunun ismi bile insanların zihninde sempati yaratmaya yetiyor.
The Settlers 7 oynarken cidden nostalji yaşadım. Günümüz nesli, CD’leri bile çöpe atmış ve DVD’den Blu-ray’e yavaş yavaş geçerken, ilk The Settlers'ın Amiga’da iki DD olduğunu söylesem çoğunuz yüzünüzü buruşturup bana bakarsınız. DD, Double Density'nin kısaltılmış halidir. Genelde şu mavi ya da siyah renkli disketler olarak hafızanızda canlanabilir. DD tek delikliydi, matkap ile öbür tarafını deler ve çift delikli yapar ve High Density üretmiş olurduk. Hey gidi günler hey! Bir de yaklaşık olarak bir banyo fayansı ölçülerinde 5.25’lik kara disketler vardı ki o döneme ben yetişemedim. Benden daha büyükler ya da Commodore ile içli dışlı yaşıtlarımın daha fazla haşır neşir olmuşluğu vardır 5.25’lerle. Neyse, The Settlers Amiga’da iki DD idi ve dönemine göre ilginç tarzda iki kişilik oynama yöntemi vardı. 15 inçlik daracık Amiga monitörünü ortadan ikiye bölerdi, joystick çıkışlarına taktığımız iki fare ile bir yarısı benim, diğer yarısı arkadaşımın, saatlerce bir haritayı bitirene kadar oynardık. Saatlerceden kastım, popomuza oturmaktan kramp girene kadar olan zaman sürecini kapsıyordu. Oyun kaydetme konusunda Amiga hiç güvenilir bir cihaz değildi, biz de bitirene kadar oynardık.


The Settlers 7: Paths to a Kingdom
The Settlers 7’nin daha ilk menüsünde "oyunun müziklerine 10 vereceğim" dedim. Çünkü menü çoktan önüme serilip oyunun ilk ayarlarını yapmam gerekirken bile Loreena McKennit’ın sesine çok benzeyen bir kadının balat tarzı şarkısını dinlemeye koyulmuştum. Oyun boyunca da müzikler yüzümü kara çıkarmadı. Grafik ayarlarını kökleyip AA’yı kapattığımdaysa makinemin fanlarının tam güç çalıştığını söylesem, oyunun sistemi hafiften zorladığını anlarsınız. Bunun nedeniyse koca bir haritada bulunan yüzlerce ağacın sağa sola salınması ve kurduğunuz en basit binanın bile ince işlenmiş detaylarının olması. Buna rağmen The Settlers 7’nin grafikleri beklentilerin fazlasını sunuyor. Çizgi filmleri andıran bina ve karakter tasarımları WoW’a benziyor diyebilirim. Bazen şehrimde çalışan karakterlerin kendi işlerini nasıl yaptıklarını izlerken dalıp gitmiş buldum kendimi. Kasabın etleri kesip sosis yapmasını, koyunların yünlerinin kesilmesini ve buğdayların büyüyüşünü izlerken akvaryumdaki balıkları izler gibi kendinizi kaybediyorsunuz.
The Settlers’ın halen diğer strateji oyunlarından çok farklı olduğunu düşünüyorum. RTS (Gerçek Zamanlı Strateji) potasının içinde olmasına rağmen, asker yönetip orayı burayı ele geçirmek çok basit hatlarla oynanıyor. Daha isabetli bir açıklama yapmam gerekirse "The Settlers serisi ağırlıklı olarak kaynak yönetimine dayanıyor." demeliyim.

Ders 1: Kaynakların Yönetimi

Haritaya yayılmış yeraltı ve yerüstü kaynaklarını önce kendi topraklarımıza katıp (Bazen askeri güçle...) sonra işleyerek daha gelişmiş bina zincirlerine geçiş hakkı alıyoruz. Daha gelişmiş bina üretimi demekse daha kuvvetli askeri güç anlamına geliyor. Haritaya yayılmış kaynakların bazıları (Odun gibi.) çok rahat bulunup kendisini yenileyebilirken, maden gibi yeraltı kaynaklarıysa sınırlı sayıda çıkarılabiliyor. Bu yüzden bunları harcarken çok dikkatli davranmak ve en doğru bina kurulum zincirine doğru yönelmek gerekiyor.
Haritanın stratejik noktalarını ele geçirmek çok önemli. Kıyı kasabasını ele geçirmek demek, diğer şehirlerle ticaret yaparak çıkarılması kıt olan hammaddeleri ticaret yaparak alabilmek demek. Oyunda kaynakların iyi kullanımı, elinizin altında bulunan işçileri iyi kullanmakla birebir orantılı... Bu yüzden kurduğunuz binaların yollarını, olabilecek en mantıklı biçimde ana yola bağlamalısınız. Bu da yetmez. Genelde oyuna başladığınızda merkezde "Storehouse”, yani deponuz bulunur. Eğer şehrin dışındaki madenleri çıkarmak için merkezden uzaklaşırsanız, bu noktaya bir depo daha kurmalısınız. Çünkü depoyu kurmazsanız, altın madeninde çalışan işçi, çıkardığı altını şehrin merkezine kadar götürür, sonra aynı yoldan geri gelerek madende çalışmaya devam eder. Halbuki o koşu yolu mesafesinde bir ünite daha altın çıkarabilirdi. Eğer yakınında depo olsaydı, altını depoya bırakır, depocular altını gitmesi gereken yere götürürdü. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Kısacası kaynaklarımızı iyi kullanmak için insan gücünü iyi yönetmek gerekiyor; çünkü bu bize en değerli kaynağı, yani zamanı kazandırıyor.
Kaynaklardan ve insan gücünden başka dikkat edilmesi gereken bir konu da ekonomi. Ekonomiyse altın sikkelerinizin bolluğuyla eşdeğer. Altınları büyük çoğunlukla asker alırken kullanıyoruz ve bu yüzden ekonomi, askeri güç anlamına geliyor.

The Settlers 7: Paths to a Kingdom

Ders 2: Askerleri Yönetmek

Üreteceğiniz her ünite gibi askeri birlikler de ordunuza katılmak için belli şartlar istiyorlar. Örneğin; “Pikeman” denen mızraklılar dört altın ve kuru ekmeğe eyvallah derken, tüfekli silahşorlar dört altın ve et istiyorlar. Bu şartları sağlamak için önce şehrinizdeki para ve yemek döngüsünü kurmalısınız. Savaşlara gelince... Savaşlara doğrudan bir etkimiz yok. Hangi askerden kaç tane üreteceğimizi seçiyoruz ve saldırmak istediğimiz yere onları gönderiyoruz. Bundan sonrası sayılara ve ünitelerin birbirine ne kadar üstün olduğuna kalıyor. Örneğin; üç Pikeman ile korunan bir barakaya saldırmak için iki Pikeman üretip gitmek yenilgiden başka bir şey sağlamaz. Top atışı yapan kulelerse silahşor ile saldırınca yıkılıyor. Birini yıkmak için 10 tane silahşor işinize yarar, azıysa kesin mağlubiyet getirir. Dikkat edilesi diğer bir noktaysa gönderdiğiniz bölgedeki düşmanın kaç tane askeri noktası olduğu. Diyelim ki iki noktası var. Birinciyi geçtiniz ama büyük kayıplar verdiniz. Generaliniz durmaz ve elinde ne kadar askeri kaldığına bakmadan ikinciye tam gaz dalar. Böyle durumları iyi izleyip hemen geri çekilmeli ve birliği yeni askerlerle güçlendirerek tekrar geri gelmelisiniz.
Başka bir önemli tavsiyeyse silahşorları saldırtmadan evvel mutlaka araştırma bölümünden geliştirmelerini yapmanız. Oyunda araştırmalar rahipler tarafından yapılıyor. Onları üretmek için kilise dikmelisiniz. Kiliselerse “Prestige Building” dediğimiz sınıfa giriyor ki bu binalar için prestij puanınız artmalı. Prestij puanını galip geldiğiniz savaşlarda kazanabilirsiniz. Yeterli puan geldiğinde tablodan kiliseyi seçerek bu binayı dikebilirsiniz. Kilise kurmak ne yazık ki yetmiyor, rahip üretebilmek için bira ve altın gerekli. Bira için buğday ve su gerekli; yani buğday tarlası ve birayı mayalayacak binalar hazır olmalı... Gördünüz mü? Sadece saldırmadan önce askerlerimizi daha güçlü yapmak için geliştirelim dedik ve üretim zinciri nereden nereye geldi. İşte bu yüzden oyunu çok dikkatli izleyerek büyük işler başarmak için mikro yönetimi gözden kaçırmamak gerekiyor. The Settlers’ı yıllardır farklı kılan özelliği de bu zaten.
Ne yazık ki artık birçok oyunda olduğu gibi The Settlers 7 de tek kişilik oyun için bile internet bağlantısı istiyor. Ana menüye girer girmez arkadaş listeniz, dünya çapındaki oyuncu rekabet listesi ve puanları bu sayede anbean takip edebilirsiniz. “Mentor” denilen sistem sayesinde, kafanıza takılan bir soru ya da oyunda yaşadığınız bir sorun varsa görevlileri bir süre bekledikten sonra yazışarak sorunlarınızı ya da sorularınızı çözebiliyorsunuz. Tek kişilik senaryoda her bir bölümü geçince bir altın alınıyor bu altınları biriktirerek Uplay sayfasından (Ana menüden takip edilebiliyor.) yeni özellikleri altın karşılığında alabiliyorsunuz. Örneğin; tek kişilik oyundan toplanan bu altınlarla multiplayer modunda haritanın ne kadar büyük olacağına ve madenlerin bolluğuna karar verme özelliğini alabiliyorsunuz. Tamamen ücretsiz ama oyuncuyu tek kişilik senaryoyu bitirmeye motive eden bir özellik. Yapay zekaysa gayet iyi. Tabii ki üretimi verimsizleştirerek yapay zekanın oyunu zorlamasına oyuncular da etki ediyor.

The Settlers 7: Paths to a Kingdom
Oyun şu yazdıklarımdan çok daha detaylı ve bu yüzden birazını da kendiniz keşfetmeniz için artık sesimi kesiyorum. The Settlers 7’yi çok beğendiğim için oynamaya devam edeceğim, o zaman gayet detaylı bina, araştırma ve ünite listesi yazabilirim.
The Settlers 7; ses, grafik ve oynanabilirlik açısından tatmin edici bir oyun. Binaların kaynaklarla olan etkileşimi çok iyi düşünülmüş ve sonuçta strateji öğelerini başarılı şekilde dengeleyen kaliteli bir oyun ortaya çıkmış. Serinin sıkı takipçilerinin kesinlikle beğeneceğinden, strateji seven ama The Settlers serisini hiç oynamamış oyuncularıysa cezp edecek iyi bir başlangıç olacağından eminim.
Ana menüdeki şarkısı ve Pixar çizgi filmlerini aratmayacak ilk ara demosundaki görüntüleri ile The Settlers 7 daha ilk beş dakikasında beni benden aldı. Dengeli kaynak yönetimi ve bina kurulumu ile strateji öğelerini düzgünce dengelemesi sayesinde zevkle oynadım. Sırf şehri kurup çalışan halkı izlemek için bile akvaryum niyetine alınır, yüklenir.
8,5

Kaynak: Level



Buradaki photoshop için hazırlanmış styleler gerçekten çok güzel ve göz alıcı herhangi bir grafik tasarımınızda kullanacağınız bu styleler bu adreste verilmiş. Styleleri yüklemek için Adobe Photoshop [Ver] \ Presets \ Styles klasörünün içine dosyaları atmanız yeterli olacaktır.


Bazı uygulanabilir 1  şakalarını yazalım aklınızda bulunsun, bu arada aman ha ava giderken avlanmayın.
Alternatif 1 Nisan şakaları - karikatürkonu resmi herhangi bir karikatür
  • İlk şaka, öğretmenin karşısında elinde menemen dolu olan poşete kusar gibi yaptıktan sonra, menemeni kusmuk gibi gösterdiği, sınıftaki diğer arkadaşların ‘”ooohhh mis gibi de koktu” diyerekten çıkardıkları ekmekleri öğretmenin hala kusmuk sandığı menemene batırarak yediği bir şaka.
  • Bir diğer şaka, geçen hafta çekilen sayısal lotonun kazandıran 6 numarasını, içinde bulunduğumuz hafta oynamak. Yani geçen haftanın kazanan numaralarını bir hafta sonra oynamak. Bileti babaya anneye vererek “ya bi gazeteye bakın ben sayısal oynamıştım,kazanan numaralar nelermiş” demek. Olayları izlemek.
  • Bu şakayi bilmeyen birini bulursaniz rahatlıkla uygulayabilirsiniz. Bir borunun agiz kismi siyaha boyanır. Uygulama alanında kendiniz gözünüze değdirmeden bakarsınız. Aaa! ne enteresan bir de sen baksana şundan dersiniz. O kişi alır bakar “ee ne olmuş bir şey yok ki” der fakat gözünün etrafındaki halkadan habersizdir. Bu şakayi bir de reçel sürerek deneyin isterseniz o da çok hoş olur.
    Alternatif başka şaka fikirleri;
  • hocanın çayına müshil ilacı atmak
  • kapının üstüne su koymak
  • kurbana ceee diye bağırmak
  • kurban inekse çalışma masasına ot koymak
  • patlayan sigara
  • osuruk torbası
  • öğretmenin altına silgi koymak
  • belediyeye gidip kurbanın selasını verdirmek
  • kurbanın resminin ve isminin bulunduğu ödüllü kayıp aranıyor ilanları bastırıp tüm şehre asmak
  • en kalın sesli arkadaşa evi arattırıp oğlunuz kavga yapti, gelin karakoldan alın dedirtmek
Diş macunlu bisküvi
Bir paket kremalı bisküvi alınır. Bir kaç biskuvi ortadan bolunur ve kremaları alınır yerine diş macunu sıkılır. Sırasıyla pakete bir diş macunlu bir normal biskuvi üstüste dizilir. şaka yapılacak arkadaşın yanına gelindiğinde bir tane agzımıza atarız sonra arkadaşa ikram ederiz. Doğal olarak böööö bu ne biçim bisküvi diyecektir. Siz durumu çaktırmadan ne olmuş gayet güzel deyip sıradaki normal bisküviyi de ağzınıza atarsınız. Bir daha dene deyip sıradaki diğer bisküviyi de tekrar ikram edersiniz.
Karton kutu ve su dolu balon
Karton bir kutu bulunur içine son raddeye kadar şişirilmiş su dolu balon konur. Yüksekçe bir yerden gözümüze kesdirdigimiz kurbana su kutuyu tutarmısın denir. Sonra seyreyleyin gümbürtüyü. Balon patlar kutunun deliklerinden sular boşalir. Olay hoş bir kovalamacayla son bulur.
Klasik kalabalık ortam şakaları
Kalabalikta yapilan sakalar vardir. Bunlar klasikleşmiş şakalar olabilir. Üç dört kisi bir araya gelinir, kalabalik bir sokakta yürümeye başlanır tam birileriyle karşılaşıldığı zaman sanki önünde ip varmış da sanki üzerinden geçiliyormuş gibi bacaklar kaldırılır. Çok kişi olmasi inandırıcılığı arttırır. Ya da ip yerine sanki bir şey varmış gibi bir yerde bir noktaya odaklanarak aynı anda bakilir. Bu arada şaka yapilan kisilerin tepkisini gözlemlemek için bir kişi görevlendirilir. Hep birlikte yukarı bir yere bakmak da olabilir ancak çok bilinen bir şakadir
Sıcak çay bardağı
Az bilinen bir şakadır bu. Masada oturuyorsunuzdur. Bir bardak cay ya da su gelmiştir. Yoksa gidip alın gelmesini beklemeyin. Kurbana denir ki iki başparmagını masanın kenarına koyacaksın ben de bardağı iki parmağının üstüne koyacağım hadi bakalım devirmeden alabilecekmisin. Tamam demesi için değişik gaz vermeler de yapılabilir. Bardağı koyun o biraz ugraşacak ve alamayacak hadi çek şunu diyecek. Siz ise tabii ki çekmeyeceksiniz, çekip gideceksiniz o ise çırpınıp duracak.
Kibrit kutusunda tüylü cisim
Kirbit kutusunun içerisine siyah tüylü küçük bir iplik yumağı koyacaksınız. Buna ince görünmez bir sicim bağlayıp alttan cevirerek kirbit kutusunun en uzak köşesine bantla yapıştıracaksınız. Kirbit kutusunu açarken ip siyah yumağı çekecektir. Ve böylece yumak kutudan fırlayan acayip bir böcek hissi verecektir. Uygulaması size kalmış. Not: yumak içerden kutuya takılmasın diye köşeye üçgen bir rampa kurulması faydalı olur.
Pörtleyen mandalina
Mandalina altından para büyüklügünde küçük bir kapak açılır. Kapak daha sonra yerine yerleştirileceği için dikkatli kesilmelidir. Bu delikten içerideki etli meyve kısmı çay kaşığı ya da başka bir şey yardımıyla itinayla çıkarılır. İçerideki boşluğa mayonez, reçel ya da un gibi seyler doldurulur. Kapak uygun bir şekilde yapıştırılır.(Belli olmayacak şekilde turuncu bir iplikle bir kaç yerden dikilebilir). Kurban mandalinayi soymak için eliyle bir basınç uygular bu basınç meyveyi portlatıp içini dışına çıkarır.
Fotomontaj
Tanıdığımiz birini fotografı varsa bundan iyi bir fotokopi alıp gazetenin orta sayfalarindaki haberlere fotomontaj yaparız. Sonra gazeteyi onun okumasını sağlarız bir yandan da kenarda durup ne yapacağına bakarız. Iyi uygulandığı taktirde çok eğlendirici olur bu şaka. Bir keresinde “viagra kullanan yaşlı adam nataşalarla yakalandı” konulu bir haberdebaşarıyla uygulandığına tanık olduk bu şakanın.
Kusma
Önce güzel bir melemen yaparsınız soğuduktan sonra şeker poşetine koyarsınız. Bunu ceketin içine saklayıp kalabalık bir ortama gidersiniz. Etrafa midesi bulanıyor imajı verip çaktırmadan poşetin içine kusma numarası yaparsınız. Etrafınızdaki insanların ilgisi size yönelince poşetin içine elinizi sokup melemeni elinizle yemeye başlarsınız. Dikkat edin çevredeki insanlar üzerine kusmasın.